DT. wrote:Viewpoint wrote:repulsewarrior wrote:...if we are talking about churches and mosques, visit teke if you love beauty and myth, it lives today as it has been from so long ago and we are all the better for it. never mind Athens, or do you mean to say that the closure of monestaries in Turkey is the blame? lacking the honesty VP i expect from you, you come at me like a tame book. needless to say that some churches would be respectfully used in praise to our same God. and there is no sin in giving shelter to the sheep in the cold winter storm...but what it seems to me that you are saying is that it is ok to tear down mosques, and it is ok as well for churches to be torn down too.
i am not asking you to be the whole Turkish Population, or even the representative of some Turkish Cypriot population, while i reread your post to figure an answer i can only say you read alot into what you think i'm thinking...the words we have written speak for themselves.
i think camus would be appalled at you, but you could be a hero in his book. ..extistential, but still dogmatic.
You have it wrong repulse,
GCs tear down/demolish/erase buildings
TCs reuse/convert buildings
Which of the above is more acceptable having a building to convert back to its former glory or having no building at all?
I'm sincerely curious. Which mosques did the GC's tear down VP?
Sorry couldnt find anyhting in English,
İlk Durak Yeşilova (Mandirga)
11 Haziran’da bölgeyi çok iyi bilen rehberimiz İbrahim Tezkan’la Baf’a doğru yola çıkıyoruz. Gün boyu süren yoğun çalışmanın ardından Yeşilova (Mandria), Ovalık (Timi), Aydoğan (Stavrogonno), Kukla, Kavaklı (Ayios Georgios) ziyaret etme imkanı buluyoruz.
İlk durağımız Baf’ın 13 km. Güneydoğusundaki Yeşilova (Mandirya) oluyor. 74 öncesi bölgenin en büyük Türk köylerinden biri olan Yeşilova’daki evlerin önemli bir bölümü kullanılıyor. Kullanılmayanlar ise yıkılmış. Camiye gidiyoruz. Kapısı kapalı ve üzerinde asma kilit takılmış. Yıllardır dış cephesi boyanmamış. Sağında solunda çeşitli eşyalar atılı. Kafes tellerin arkasındaki pencerelerin camları kırılmış. İçerisinde güvercinler uçuşuyor. Her taraf güvercin pislikleriyle dolu. Mimber kırılmaya yüz tutmuş. İçerden görüntü almak için Rum köylülere anahtarın kimde olduğunu soruyoruz. Bunun yanıtını alamadığımız için kırık pencerelerden görüntü almak zorunda kalıyoruz.
Okula gidiyoruz. İlkokul şimdilerde de Rum Okulu olarak kullanılıyor. Bu nedenle bakımlı. Okulun bir duvarında Ortadan bölünmüş büyük bir Kıbrıs haritası üstünde ise büyük harflerle “UNUTMUYORUM” yazısı bulunuyor.
Cici Buba’nın Sineması şimdilerde patates ambarı olarak kullanılıyor. Giriş bölümünde olan odalarda ise bir aile yaşıyor.
Son olarak mezarlığa gidiyoruz. Köyün çıkışındaki Türk mezarlığı oldukça bakımsız. Osmanlı döneminden kalma üzerinde yazıtlar bulunan tarihi mezar taşları atıl durumda. Bazı yeni mezar mozaikleri kırılmış. Bakımsızlık nedeniyle mezarların önemli bölümü otlar ve dikenler arasında kaybolmuş. 22 Temmuz 1974’te şehit düşmüş Derviş Ahmet Raşit’in mezarı ailesi tarafından ziyaret edilmiş olacak ki biraz düzenlenmiş. Mezarlığın giriş kapısı sökülüp atılmış, çevre duvarları ve telleri büyük oranda yokolmuş.
Ovalık (Dimi)
Baf kasabasına 11 kilometre uzaklıkta olan 1974 öncesi Rumlar ve Türklerin karma olarak yaşadığı bir köy olan Ovalık’tayız (Dimi).
Ovalık köyü ilk bakışta genelde temiz ve bakımlı. Burada bulunan tarihi eser niteliğindeki Camii restore edilmiş dış görünüş olarak bayağı iyi durumda. Kapısı kilitli olduğu için içerdeki durumu gözlemleyemiyoruz.
Yalnız dikkatimizi çeken birşey oluyor. Camii bahçesinin Güney kısmında küçük bir Rum adak yeri buluyoruz. Taştan yapılmış adak yerinde kısa süre önce yakılmış yağ adakları yanmaya devam ediyor. Türk Camisinin içindeki Rum adak yerine pek anlam veremiyoruz… Köyün ilkokulu da caminin hemen yanında. Okul da halen kreş olarak kullanıldığı için bakımlı.
Türk evlerine doğru yöneliyoruz. İçerisinde oturulmayan Türk evleri bakımsız, yıkık ve harap durumda. İçlerindeki eşyalar, kırılıp dökülmüş, yerlere atılmış. Gezdiğimiz Türk evlerinin tümünde farklı bir tablo ile karşılaşmıyoruz.
Ovalık mezarlığı da kendi kaderine terkedilmiş. Burada da atılı durumda çok sayıda Osmanlı döneminden kalma üzerinde yazıtlar bulunan tarihi mezar taşları buluyoruz.
Sakarya (Kukla)
Baf’ın 16.5 km. doğusunda bulunan 1974’ten önce Türklerle Rumların karma olarak yaşadığı Sakarya’dayız (Kukla).
Sakarya’nın camisinin kapıları ve pencereleri kapatılmış ve kilitli durumda. Bahçesinde otlar ve dikenle insan boyuna ulaşmış. Bahçe duvarlarının bir kısmı yıkılmış. Çoğu köyde olduğu gibi burada da caminin anahtarının kimde olduğunu bulamıyoruz. Caminin karşısında Bulunan prefabrik bir evin zamanında mücahitlerin karargahı olarak kullanıldığını öğreniyoruz. Burası şimdilerde bir Rum aileye tahsis edilmiş.
Daha önce Türklerin yaşadığı diğer evlere yöneliyoruz. Her tarafı otlar ve dikenlerle kaplı olan evlerin kapıları ve pencereleri sökülmüş veya kırılmış durumda. İçlerinde hiç eşya kalmamış, kalanlar ise kırılmış. Hayvan barınağı olarak kullanılan bazı evlere dışkı kokusundan girmek mümkün değil. Tamamen yıkılmış veya yıkılmaya yüz tutmuş çok sayıda eve de rastlıyoruz.
Türk İlkokulu Rum İlkokulu haline dönüştürüldüğü için bakımlı durumda.
Kukla Türk mezarlığını çevreleyen duvarlar tamamen yıkılmış. Mezarlığın içi yıllardır bakımsız. Birçok mezar bakımdan geçirilmediği için çökmüş veya yerle bir olmuş. Ayakta kalan birkaç mezar taşında Türk düşmanlığının izlerine rastlıyoruz. Ferzan Musa ve Musa M. Çavuş isimli kişilerin mezar taşları üzerlerindeki resimleri sert bir cisimle tahrip edilmiş. 3 Kurşun sıkılan bir mezar taşının ise kime ait olduğunu tespit etmemiz mümkün olmuyor.
Kavaklı (Ay Yorgi)
Baf’ın 20 km. doğusunda, Baf-Aynikola yolunun üzerinde bulunan 1974 öncesi sadece Kıbrıslı Türklerin yaşadığı Kavaklı’dayız (Ay Yorgi)
Diğer köylerde olduğu gibi Kavaklı köyünün minareli camisi de bakımsız. Çevresi otlar ve dikenler bürümüş, bazı pencerelerin camları kırılmış. İçeriye girdiğimizde karşımıza korkunç bir manzara çıkıyor. Caminin mimberi başta olmak üzere içerisindeki tüm eşyalar tahrip edilmiş. Kadınların ibadet etmesi için yapılan tahta merdivenli yüksek yerin merdivenleri de vahşice kırılmış.
Buradaki evlerin bazıları Rumlara tahsis edilmiş.
Türk İlkokulu Rum İlkokulu haline dönüştürüldüğü için bakımlı durumda. Kavaklı köyünün mezarlığı olarak tarif edilen yerde herhangi bir ize rastlamıyoruz.
Aydoğan (Stavrogonno)
Baf’ın 26 km. doğusunda 1974 öncesi sadece Kıbrıslı Türklerin yaşadığı Aydoğan’dayız (Stavrogonno).
Bu aynı zamanda rehberimiz İbrahim Tezkan’ın köyü. 72 yaşındaki İbrahim Tezkan 10’larca yıl sonra geldiği köyüne girişte büyük bir heyecan yaşıyor. Bir çocuk gibi seviniyor. Arabadan indiğimizde doğru evinin yolunu tutuyor. Evinin yerinde yeller estiğini görünce büyük bir hayal kırıklığına uğruyor. “Buraşta 40 merteglik evim varıdı hepsini da yıktılar” diyen İbrahin Tezkan, başka evlerin de yıkılmış olduğunu görünce daha da üzülüyor.
Köyde ilerliyoruz camiyi buluyoruz. Kapısı kapalı olduğundan içerisine giremiyoruz. Kırık pencere camlarından baktığımızda diğer bölgelerdeki ibadet yerlerinden farklı birşey görmüyoruz. Güvercin yuvaları, pislikleri ve kırık dökük eşyalar.
Geldiğimiz Aydoğan İlkokulunun önünde asılı iki tane çan görüyoruz. Meğer ilkokul kilise haline getirilmiş. Burasının kapıları kapalı ve bakımlı. Yanda bir zamanlar Aydoğan’lıların spor kulübü veya kültür evi olarak kullandıkları bina ise çok kötü durumda. Kapı ve pencerelerinin camları kırılmış, içerisindeki eşyalar yağmalanmış.
Aydoğan’ın mezarlığına gidiyoruz. Burasını mezarlığı da bakımsız. İçerdeki bazı mezarlar tahrip edilmiş, çoğu bakımsızlıktan çökmüş veya kaybolmaya yüz tutmuş.
Aktepe (Asproya)
Baf’ın 35 kilometre doğu kısmının ortalarında dağlık ve vadilik bir bölgedeki 1974 öncesi karma bir köy olan Aktepe’deyiz (Asproya).
Rum saldırıları nedeniyle Kıbrıslı Türklerin 1963’te terk ettikleri köydeki Türk evleri büyük oranda yıkılmış. Bazı evlerin yerlerine yeşil alan yapılmış.
Köyün girişindeki küçük bir minaresi olan Türk Camisi kilitli durumda. Bina dış görünüm olarak iyi durumda. Buna karşın yıllardır boyanmayan pencereleri küf pas içinde ve camları kırık. İçinin ne durumda olduğunu görmek mümkün olmuyor. Çünkü diğer yerlerde olduğu gibi cami kapısına vurulan kilit kayıp. Caminin çevresi de oldukça bakımsız.
Cami karşısında bulunan ağaçlık bir tepenin üzerinde bulunan kemerli Aktepe İlkokulu ev olarak kullanılıyor. Bina restore edilmiş ve boyanmış durumda. Türklere ait evlerin tamama yakını yıkılmış. Bazılarının yerlerine yeşil alan yapılmış. Eski taştan bir evin ise oldukça harap ve bakımsız olduğunu tespit ediyoruz. Görüntü almak için içine girdiğimizde karşımıza diğer bölgelerdeki Türk evlerinden farklı bir tablo çıkmıyor.
Soğucak (Mamundali)
Aktepe’den doğuya doğru yükselen tepelere doğru yöneldiğimizde çok kısa süre sonra Soğucak (Mamundali) köyüne varıyoruz. Mahmut Ali isimli bir çoban tarafından 350 yıl önce kurulmuş olan Soğucak saf bir Türk köyüymüş. 1964 Rum saldırıları sonucu burada yaşayan Kıbrıs Türkleri köylerini terk etmek zorunda kalmışlar.
1953 depreminde tamamen yıkılan Soğucaklılara köyün biraz kuzeyinde prefabrik evler yapılmış. 1964’e kadar Türklerin oturduğu ve sonra Rum saldırıları nedeniyle kaçmak zorunda oldukları evler olabildiğince harap durumda. Buradaki Türk topraklarına gelip ev yapan Rumlar Soğucak’da bulunan Türk evlerini tam bir viraneliğe çevirmişler. Ne kapı, ne de pencere bırakmışlar. İçlerindeki eşyalar yıllar önce talan edilmiş. Samanlık ve hayvan barınağı olarak kullanılan evlerin içi dışı pislik dolu. Güvercin yuvaları, yılanlar çıyanlar ayrı dert. Otlar ve dikenlerle çevrili evlerin çevresinde tam bir çevre felaketi var. Her türlü çöp ve katı atığa rastlamak mümkün.
Bir zamanlar saf Türk köyü olan Soğucak’ta ne bir camii, ne de okul, ne de mezarlık buluyoruz. Türklere ait tüm izler yok edilmiş.
Dağaşan (Vreçça)
Soğucak’tan yola çıkıp dağların ve vadilerin içerisinde ilerledikten sonra Baf’ın 43 km kuzeybatısında kalan 1974’ten önce başka bir saf Türk köyü olan Dağaşan’a ulaşıyoruz.
Soğucak’tan Dağaşan’a ulaşmak hiç de kolay olmuyor. Rum köylerindeki güzelim asfalt yolların aksine Dağaşan’ın yolları toprak. Geçtiğimiz son Rum köyü olan Koilineia’dan sonra karşılaştığımız taşlı tozlu toprak yolda arazi koşulları nedeniyle de çok yavaş seyrederek Dağaşan’a ulaşıyoruz.
Karşımıza yine harap ve talan edilmiş bir Türk köyü çıkıyor. Bir tane sağlam bırakılmış ev görmek mümkün değil. Bazı taştan evler belki kendi kaderine bırakıldı diye düşünüyorsunuz ama köydeki beton evler de yıkılmış. Hem de dozerlerle. Köy sanki de yeni savaştan çıkmış bir görünümde. Yıkılan ve harap edilen hangi evin görüntüsünü alacağınızı şaşırırsınız. Girdiğimiz birçok evin içini de diğer Türk evlerinde olduğu gibi küçükbaş ve büyükbaş hayvan pislikleriyle dolu olduğunu görüyoruz. Pencereler kapılar yıllar önce sökülüp götürülmüş. Köyün içerisinde ilerlediğimiz anda karşımıza 1933 yılında yapılmış iki katlı resmi bir daire çıkıyor. Altta iki odası, üsteki hanaylı bölümde ise büyük bir salonu bulunuyor. Soldaki odanın kapısının üzerinde bulunan “EVLENDİRME DAİRESİ” yazılı levha av tüfeği ile kurşunlanmış. Alttaki yazıyı güçlükle çıkarıyoruz. Ön kapılar kapalı olduğu için arkadan dolaşıyoruz. Otlar, ağaçlar çöpler her tarafı sarmalamış. Güçlükle de olsa binanın içine giriyoruz. Evlendirme Dairesi olarak kullanılan bölümün içinde onlarca varil ve çeşitli eşyalara karşılaşıyoruz. Gözümüze bir dolap ilişiyor. Belki içinde Türklere ait bir belge var diye düşünüyoruz. Varillerin arasından zor da olsa dolaba ulaşıyoruz. Ama içinde hiçbir evrak bulamıyoruz. Sağdaki odanın kapısı arkadan da kapalı olduğu için yukarıya çıkıyoruz. Üs katın kapıları, hatta mermerleri bile sökülmüş. Bina yıkıldı, yıkılacak kadar tehlikeli. Bunu yürürken hissetmeniz mümkün.
Köyün meydanına geldiğimizde sağ tarafta minareli bir camii, sol tarafta bir zamanlar kulüp olarak kullanılan bina, orta yerde ise bir zaman Atatürk büstünün olduğu yeri görüyoruz. Diğer yerleşim birimlerindeki Atatürk büstlerindekinin aksine burada sadece Atatürk Büstü sökülmemiş, büstün üzerine oturduğu zemin ve büst alanındaki beton alan da tahrip edilmiş. Soldaki kulüp binasının kapıları kapalı içerden görüntü alamıyoruz. Bu bina da oldukça bakımsız. Minaresi kurşunlanmış camiye yöneliyoruz. Camiinin dış duvarları, kapı ve pencereleri kısa süre önce boyanmış. Kapının üzerine ise tüm Türk köylerinde olduğu gibi anahtarının kimde olduğu belli olmayan asma bir kilit takılmış. Caminin içini görüntüleme imkanı bulamıyoruz.
İlerledikten sonra köyün ilkokulunu buluyoruz. İki sınıflı okulun demir kapı ve pencerelerinin camları tamamen kırılmış. Bir sınıfın çatısı da Rumlar tarafından yıkılmış. Diğer sınıfın çatısında da tahribatlar var. Sınıfın içerisi hayvan pislikleriyle dolu. Bir zamanlar eğitim yuvası olan okul, hayvan yuvası haline getirilmiş.
Daha sonra köyün içinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nden evini görmeye gelmiş olan Sabiha Yenigüç ve ailesiyle karşılaşıyoruz. Sabiha Yenigüç, yıkılmış ve talan edilmiş evinin kapısında yaşlı gözlerle oturuyor. Ömrünün belki de en güzel yıllarını geçirdiği evinin şimdiki durumu yüreğini parçalıyor. Sabiha Yenigüç “Evimi mahvettiler. Bahçelerimiz, ağaçlarımız kuruttular” diye dert yanıyor. Oğlu, Cengiz Topel Yenigüç ise 1974’ten sonra ilk kez ziyaret etme imkanı buldukları köylerinin yürekler acısı durumunu görmekten duyduğu üzüntüyü dile getiriyor. Yenigüç, evler kadar okul, Atatürk büstü ve diğer resmi yerlerin harap edilmesinin de insanlık dışı bir davranış olduğunu vurguluyor.
Köyün mezarlığına ilerliyoruz. Karşımıza diğer yerlerden farklı bir görüntü çıkmıyor. Mezarlar yıkılmış, kırılmış, tahribata uğratılmış. Çoğu mezar bakımsızlıktan çökmüş, neredeyse kaybolmaya yüz tutmuş.
Dağaşan’dan da böylesi izlenimlerle ayrılıyoruz.
Lefkoşa Bölgesi Köyleri
Gezimiz çerçevesinde, Lefkoşa bçlgesindeki Matyat, Koççat, Dizdarköy (Nisu), Dali köylerine gittik.
Buralardaki durum da Baf köylerindeki durumdan çok farklı değildi.
Matyat
Lefkoşa’nın 26 km güneyindeki Matyat’tayız. Karma bir köy olan Matyat’ta yaşayan Kıbrıslı Türkler EOKA’cıların saldırıları nedeniyle 1964’te köylerini terketmek zorunda kalmış.
Önce gidip camiyi buluyoruz. Caminin çevresi bakımız. Taş duvarlarla örülü bahçe kapısı kilitli olduğu gibi, caminin kapı ve pencereleri de kilitli. Caminin sadece dıştan görüntüsünü alabiliyoruz.
Çekim yaptığımızı gören yakın evden yaşlı ve sakallı bir Rum yanımıza geliyor. Köyün papazı olduğunu belirtiyor. Kendisinin de göçmen olduğunu, oturduğu evin Türk evi olduğunu söylüyor. Bize fazla ters davranmıyor. Bildiği Türk evleri, okul ve mezarlığın yerini tarif etmesini istiyoruz. Evinin karşısında bulunan geniş bir arazide eskiden Türk evleri bulunmasına karşın tümünün yıkıldığını, köye gelen Rumların yeni ev yaptığını söylüyor. Bir tepenin üzerinde okulun yerini tarif ediyor. “Orada bina birşey bulamazsınız. Hepsini yıktılar. Belki sadece temelleri olabilir” diyor. Mezarlığı da ters yönde biraz uzaktaki bir tarla olarak gösteriyor.
Kurumuş olan otlar ve dikenler arasında ilerleyerek okul olarak tarif edilen yeri bulmaya çalışıyoruz. Sonunda köy papazının dediği gibi yerle bir edilen Türk İlkokulunun sadece temel taşlarını buluyoruz.
Daha sonra mezarlık olarak tarif edilen tarlaya gidiyoruz. Ama burada ne mezara, ne de mezar taşına rastlıyoruz.
Koççat
Lefkoşa kazasında gittiğimiz ikinci köy zamanında en büyük Türk köylerinden olan Koççat’tayız.
Koççat’taki Türk evlerinin bir bölümü tamamen yıkılmış, ayakta kalanlar bakımsızlıktan yıkılmak üzere. İçlerine Rumların yerleştirildiği evlerin durumu iyi. Köyün meydanına yakın bir yerde bulunan caminin kapısı ve pencereleri kapalı ve kilitli. Kilit ortada olmadığı için camiinin içini görüntüleyemiyoruz. Köyün meydanında 1937 yılında yapılan asmalı bir Türk kahvesi görüyoruz. Üzerinde büyükçe bir Yunan bayrağı dalgalanıyor. Asmanın altında oturan yaşlı Rum kadın şimdilerde kahvenin işletmecisi. Bizi oldukça soğuk karşılıyor. Kahve söylüyoruz, yanında çalışan yabancı kıza yapmasını söylüyor. İç duvarlarda asılan fotoğraflar gözüme çarpıyor. Arkadaşlar Rum kadınla sohbet ederken, ben makinemi alıp içeriye giriyorum. İçerisi sanki kahvehane değil de EOKA müzesi. Tam karşıda EOKA Terör Örgütü Lideri Grivas’ın büyük bir fotoğrafı asılmış. Diğer yanda EOKA liderlerinden Markos Dragos, Kriyakos Matsis’in fotoğrafları var. İngiliz döneminde çeşitli cinayetlere karıştıkları için asılan 9 Eokacının camlanmış fotoğrafları da duvardaki yerini almış. Altında da “EOKA’nın asılan mücadelecileri” yazıyor.
Bir başka camlanmış fotoğrafta ise ellerinde silah olan birçok EOKACI’nın çeşitli yerlerdeki görüntülerinden yer alan bir tablo oluşturulmuş. “EOKA 55-59 Mücadelelerinden Görüntüler” yazısı da fotoğrafın altında yer alıyor.
Kahvehanenin duvarında bir de takvim gözümüze ilişiyor. Bu takvim 1952 yılında kurulan aşırı milliyetçi ve EOKACI bir örgüt olan Filya Dini Ortodoks Kurumu’na ait. Bu takvimde de ellerinde yunan bayrakları askeri kıyafetler içerisindeki yürüyen gençlerin ön planda olduğu bir resim bulunuyor. Resmin altında ise “Özgürlük İhtiras ve Cesaret İster” yazısı bulunuyor.
Görüntülerimi aldıktan sonra dışarıya çıkıyorum. Gelen kahvelerimizi yudumlayıp Koççat’ı dolaşmaya devam ediyoruz. Geldiğimiz Türk ilkokulunun kapıları pencereleri kapalı. Bazı camları kırık. Çevresi yıllardır temizlenmemiş. Bir zamanlar minik öğrencilerin üzerlerinde eğitim gördüğü sıra ve sandalyeler kırılıp okulun arka tarafına atılmış. Okulun tuvaletleri de çevresi gibi pis ve bakımsız. Yanımıza gelen bir Rum kadın okulun bir odasında sadece seçimden seçime sandık kurulduğunu diğer zamanlar hep kapalı olduğunu söylüyor.
Mezarlığa geliyoruz. Mezarlığın ne kapısı kalmış ne de duvarları. Köyün görünen yerinde olduğu için sadece otları biraz temizlenmiş. Ama mezarların çoğu yerle bir olmuş. Ayakta kalan mezarların çoğu ise kırılmış. İsim taşları parçalanmış. Bir mezarın içinin kazılmış olduğunu görüyoruz. Kemikler orta yerde atılı olduğunu görünce irkiliyoruz. Kazılmış olan bu mezarın içi çöplük gibi de kullanılmış. İçki şişesi dahil çeşitli atıklar var.
Koççat mezarlığından ve Koççat’tan bu izlenimlerle ayrılıyoruz.
Dizdarköy (Nisu)
Lefkoşa’nın 18. Km. güneyinde 1963 yılına kadar karma bir köy olan ancak 1963 saldırıları sonrası Kıbrıslı Türklerin terketmek zorunda kaldıkları Dizdarköy’deyiz. (Nisu).
Köyün Osmanlı Dönemi’nde yaptırılan minareli camisini buluyoruz. Minare dış görünüş olarak ayakta kalan Türk eserlerinden biri. Pencere başlarında zamanında yaptırılmış ay yıldızlı taştan süslemeler duruyor. Minaresi bakımsız olmasına karşın durumu fena değil. Camiinin içine girdiğimizde yine uçuşan güvercinler ve her tarafa yayılmış olan güvercin pislikleriyle karşılaşıyoruz. Camiinin içindeki eşyaların yağmalanmış veya atılmış. İçerde bırakılan mimber ise kırılmış durumda.
Dizdarköy’ün tek odalı okulunu buluyoruz. Caminin olduğu gibi okul kapı ve pencerelerinin üzerinde taştan ayyıldızlı süslemeler var. Okulun demir kapısı da Osmanlı döneminden kalmış. Ön kapısı ve 2 penceresi kahverengiye boyanmış ve kapalı. Arka tarafa dolaştığımızda karşımıza bir Rum kadın çıkıyor. Okul olarak kullanılan binada kendisinin oturduğunu söylüyor.Rum kadın okulun arka kısmına ek binalar da yapmış.
Eski Türk evlerinin olduğu bölgelere gidiyoruz. Diğer yerlerde olduğu gibi Türk evleri yıkılmış veya kendi kaderine terkedilmiş. Dizdarköy’ün mezarlığı da oldukça bakımsız. Çoğu mezarlar kaybolmuş. Ayakta kalan birkaç mezarın ise taşları kırılmış.
Dali
Bu kez yolumuz Dali’ye düşüyor. Dali de 1963’e kadar karma olan, ancak 1963’te başlayan Rum saldırıları sonrası Kıbrıslı Türklerin terketmek zorunda kaldıkları bir köy.
Dali’deki Türk evleri yıkılmış. Kalan bazı kerpiç evlere Rumlar yerleştirilmiş. Mezarlığa gidiyoruz. Diğer Kıbrıslı Türklerin mezarları bakımsız ve bazı mezarların kaybolmuş olmasına karşın 1965’te öldürülen Derviş Ali Kavazoğlu’nun mezarına özenle bakılmış. Yan tarafından da Kavazoğlu’nun bir büstü bulunuyor.
Mezarlığın hemen üst başındaki ilkokul binası şimdilerde kreş olarak kullanılıyor. Okul müdürünün verdiği bilgiye göre Türk okulu tek sınıflıymış.. Kendilerinin daha sonra yaptırdığı ek odalarla genişletilmiş.
Dali’nin 1839’da Kıbrıs Vali’si olan Ziya Paşa tarafından yaptırılan minareli tarihi Türk camisini buluyoruz. Caminin kapıları ve pencereleri göstermelik olarak boyanmış. Bahçesine girilen demir kapısı kilitli. Parmaklıklardan atlayarak bahçeye giriyoruz. Ziya Paşa tarafından hazırlanan Osmanlı Dönemine ait yazıtlar kapının üzerinde duruyor. Camiinin giriş kapısında asma kilit olduğu için içeriye giremiyoruz. Kapının biraz aralı olduğunu görünce içeriye bakıyorum. Korkunç bir manzara. Her taraf yıkık,dökük ve pislik içinde. Dini amaç için kullanılan eşyalar kırılmış, talan edilmiş sağa sola atılmış durumda. Dijital kameramı kapı aralığından uzatıp içerisinin görüntüsünü kareliyorum.
Limasol Köyleri
12 Haziran’da Limasol kazasında inceleme imkanı bulduğumuz Çayönü (Paramal), Düzkaya (Evdim), Mersinlik (Ay Tuma), Çamlıca (Bladanisya) ve Gökağaç (Alehtora) köylerinde durum diğer Türk köylerinden farklı değildi.
Çayönü (Paramal)
Limasol bölgesinde ziyaret ettiğimiz ilk köy Limasol -Baf anayolunun 30 km. batısında bulunan 1974 öncesi karma bir köy olan Çayönü (Paramal) oluyor.
Çayönü’nde her gittiğimiz yerde şok oluyoruz. Böylesi bir tahribata başka yerde rastlamak mümkün değil.
Önce köyün minareli camisini buluyoruz. Binanın duvarları hariç her tarafı kırılmış, dökülmüş, tahrip edilmiş. Deyim yerinde ise ne çatısı, ne bacası, ne kapısı ne de penceresi bırakılmış. Bu tahribat caminin kendi kaderine terkedilmişliğinden kaynaklanan bir tahribat değil. Tamamen bilinçli olarak yapılmış bir tahribat. Caminin içinde korkunç bir görünüm var. İçerdeki mimber dahil herşey kırılmış, dökülmüş. Caminin içerisinde sonradan getirilmiş bazı kırık sandalyeler ve sağa sola atılmış kırık içki şişelerine de rastlıyoruz. Güvercinler ve güvercin pisliklerinin yarattığı kirlilik caminin her köşesini kaplamış. Duvarlarda Türklere küfreden yazıları da tespit ediyoruz.
Caminin hem yanında okula gidiyoruz. Aynı tablo burada da karşımıza çıkıyor. Okul da yıkık, dökük. Ne masa, ne sandalye ne de başka birşey bırakılmış. Tuvaletler de tahrip edilmiş. Bahçedeki Atatürk Büstü beton zeminin üzerinden sökülüp atılmış. Okulun bahçesindeki oyun grupları da kırılmış. Nereye baksanız tam bir utanç tablosu.
Okuldaki bu izlenimlerimizden sonra Çayönü’nde Kıbrıslı Türklerin yaşadığı evlerin olduğu bölgeye gidiyoruz. Genellikle bölgenin yapısına uygun olarak taştan yapılmış olan onlarca evden bir tanesini bile sağlam bulmuyoruz. Hepsi yıkılmış ve harabeye döndürülmüş. Ağrotur Üssü’nde kalan İngiliz askerlerinin zaman zaman gelip bu evlerin olduğu bölgede tatbikat yaptığını öğreniyoruz. Buna ilişkin bir iki de levhaya rastlıyoruz. Bölgede bulduğumuz Rum çobanın tarif ettiği Türk mezarlığının içinde başka bir çobanın keçilerini otlarken buluyoruz. Keçiler mezarların üzerine çıkıyor, yatıyor, kalkıyor pisliyor. Her taraf küçükbaş hayvan dışkısıyla dolu. Mezarların çoğu bakımsızlıktan yok olmuş. Diğer mezarlar ise otlar dikenler ve çalılıkların arasında yokolma sürecini yaşıyor.
Çayönü’nden Kıbrıslı Tüklere ait sağlam tek birşey bulmadan ayrılıyoruz.
Düzkaya (Evdim)
Limasol’un 31 km. batısında bulunan 1974 öncesi karma bir köy olan Düzkaya’dayız. (Evdim).
Düzkaya Kıbrıslı Türklere ait evlerin bazılarında şimdilerde Rumlar oturuyor. Bazı Türk evleri ise yıkılmış. Yerine yeşil alanlar yapılmış. Minaresi bulunan camisinin iç ve dışı diğer yerlere göre bakımlı görünüyor. Camii bahçesinde 3 tane şehit mezarı bulunuyor. Bu mezarlar bakımsızlıktan kısmen yıpranmış.
Kıbrıslı Türklere ait evler ve camide edindiğimiz bu izlenimden sonra köyde yaşayan bir Rum bizi Türk mezarlığına götürüyor. Açık olan demir kapıdan içeriye baktığınız zaman burasının mezarlık olduğuna bin şahit istersiniz. İnsan boyu otlar, dikenler ve zaman içerisinde büyüyen ve her geçen gün çoğalan akasya ağaçlarından başka birşey görmeniz mümkün değil.
Demir kapının hemen solunda bulunan mezarlık odası hayvan barınağı ve zamanlık olarak kullanılıyor. Onun görüntülerini aldıktan sonra otlar, dikenler ve ağaçlar arasında güçlükle ilerliyoruz. Çoğu mezarlar, çökmüş, yerle bir olmuş yıkılmış. Kalanlarında bir süre sonra yokolacağı kesin. Zehirli bir yılan veya böcek ısırmasına maruz kalmamak için aldığım görüntülerin hemen ardından mezarlıktan çıkıyoruz.
Daha sonra sora sora Türk İlkokulunu buluyoruz. 3 odalı İlkokulun tepesine haç dikilmiş. Rumlar bu okulu da kilise haline dönüştürmüş. Kapılar kapalı olduğu için içeriye giremiyoruz. İçerisi Hıristiyan dinine ait çeşitli ikon, heykel ve eşyalarla doldurulmuş. Zor da olsa pencereden bunların bir iki görüntüsünü alıyoruz.
Onun hemen yanında bulunan Rum ilkokuluna gidiyoruz. Rum ilkokul çocuklarının her sabah toplandığı yerin karşısındaki duvarda Bir Kıbrıs haritası ve Rumların 1974’te kuzeyde terkettiği isimler yazıyor. Haritanın altında “Unutmuyorum ve Mücadele Ediyorum”, haritanın üstünde ise “Kıbrıs Mücadele Özgürlük geriye Dönüş” yazısı bulunuyor.
Okulun giriş bölümündeki bir duvarda ise ellerinde Yunan bayrakları ve çiçekler olan küçük çocukların resimleri ve resimlerin üzerinde onların ağzından çıktığı belirtilen “Türkleri Evlerimizden Çıkarın”, “Kayıp Babamı Geri istiyorum”, “Kıbrısımıza Özgürlük” sözleri yer alıyor.
Düzkaya’dan da bu izlenimlerle ayrılıyoruz.
Mersinlik (Aytuma)
Limasol’un 50 km batısındaki Evdim ile Çamlıca arasında bulunan 1974 öncesinde tamamen Türk köyü olan Mersinlik’teyiz.
1974 sonrası Rumların yerleştirildiği evler bakımlı. Kullanılmayan az sayıda ev kendi kaderine terkedilmiş. Ama diğer köylerdeki gibi burada bilinçli bir tahribat göze çarpmıyor. Sadece köyün ortasında bulunan Atatürk büstü sökülerek atılmış. Köyün ilkokulu, şimdilerde de ilkokul olarak kullanıldığı için iyi durumda.
Köyün camisinin çok bakımlı değil. Diğer köylerde olduğu gibi kapısında kilit bulunmadığı için içerisine gidiyoruz. Ciddi bir tahribat görünmüyor. Camii güvercinlerin yuvası haline de gelmemiş.
Mersinliğin mezarlığının nerede olduğunu bulamadığımız için görüntü alamıyoruz.
Çamlıca (Bladanisya)
Limasol’un 50 km. batısında 1974 öncesi saf bir Türk köyü olan Çamlıca’dayız (Bladanisya).
Çamlıca’da da Mersinlik’ten farkı bir durum gözlemleyemiyoruz. Rumların yerleştirildiği evler bakımlı durumda. Yalnız Çamlıca’da içinde oturulmayan daha fazla ev var. Kendi kaderine terkedilmiş bu evler yavaş yavaş yıkılmaya başlamış, bazıları yıkılmak üzere. Köy meydanında bulunan Atatürk büstü burada da ortadan kaldırılmış. Yerinde sadece beton yapısı duruyor. Çamlıca’nın tek odalı ilkokuluna gidiyoruz. Okul bahçesinde bulunan başka bir evde 2 yaşlı Rum oturuyor. Yalı Rumlar okulu kullanmıyor. Ama gidip görebileceğimizi söylüyorlar. Okulun içinde bir iki masa sandalye ve ressamların kullandığı sephalardan bulunuyor. Belli ki burayı bir veya birkaç ressam mekan edinmiş.
Çamlıca caminin çevresi uzun süredir temizlenmemiş. Pencerelerinin bazıları kırık. İçerisi de pek temiz sayılmaz.
Çamlıca mezarlığına gidiyoruz. Burdaki Türk mezarlığının da otları temizlenmiş. Ama yıllardan beridir devam eden bakımsızlık nedeniyle mezarların çoğu burada da yerle bir olmuş, çökmüş. Çok az sayıda mezar taşı günümüze kadar ulaşmış.
Gökağaç (Alehtora)
Limasol’un 40 km. batısında Baf sınırına yakın bir yerde olan Gökağaç (Alehtora) 1974’ten önce tamamen Türk olan köylerden bir tanesiydi.
Köydeki evlerin bir bölümü yıkılmış ve yerle bir edilmiş. Kalan evlerin önemli bölümünde Rumlar yerleştirilmiş. Köy meydanına yakın bir yerde bulunan cami dış görünüş olarak sağlam durumda. Kapısı kilitli olduğu için içerisinden görüntü alamıyoruz. Okula gidiyoruz. Okulun hem iç, hem de dış kapısı kilitli. Bahçesinin girişinde bir taştan mutfak teknesi ve şeffaf naylona sarılmış bir heykel bulunuyor. Çevresindeki otlar insan boyu. Arka bahçede buluna tuvaletler bakımsızlıktan yıkılmış.
Okulun bazı odalarında yatak, masa ve benzeri eşyalar görüyoruz. Köylüler okulu bölgede arkeolojik çalışma yapan Amerikalı bir grubun kullanmakta olduğunu söylüyor. Okulun anahtarının da şimdi Amerika’da olan ekipte olduğunu belirtiyorlar.
Köyün mezarlığı otları biraz temizlenmiş olmasına karşın fazla bakımlı değil. Burada da çok sayıda mezar yerle bir olmuş. Ayakta kalan bazı mezar taşları kırılmış.
Bağlık ve bahçelikler arasındaki Gökağaç’tan da bu izlenimlerle ayrılıyoruz.
Kıbrıslı Türklerin yıllar yılı yaşadıkları köyler vardı bir zamanlar. 1963-1974 arasında yıkılan 103 köyün dışında ayakta duran köyler. Türk sakinleri tarafından büyük bedellerle korunan köyler…Anılarla dolu, ata mezarlarının yer aldığı, evinin harcında emek ve ter olan, bir yaşamın kapsadığı her türlü duygu ve anıyı barındıran evler, köyler, yerleşim birimleri…..1974 sonrasında özgür bir yaşam için yığınla anı ve dağlar gibi yükselmiş duygu yüküyle köylerin sakinleri özgürlük göçüne katılarak Kıbrıs’ın Kuzeyine geçtiler.
29 Yıl boyunca Nüfus Mübadelesi Anlaşması uyarınca Kuzeye geçerek Rumlarla değiştirdikleri köylere, yeni barınaklarına sahip çıktılar. Köylerin evlerin, eski sakinlerinin anılarının dayanaklarını yıkmadan, ortadan kaldırmadan yaşadılar buralarda.
Bu süre içinde kendi evlerinin ve köylerinin de yerinde olduğu hayaliyle, belleklerindeki görüntüleri canlı tutarak anılarıyla yaşadılar. Göremedikleri evlerinin ve köylerinin koruma altında olduğu yönünde de propaganda mesajlarına hep inandılar…Ta ki gidip evlerini, köylerini görene kadar.
Güney’deki Türk köylerine yaptığımız ziyaretleri kısa bir aradan sonra sürdürdük. Karşımıza çıkan manzaralar öncekilerden pek farklı değildi.
Öncelikle Lefkoşa bölgesi köyerinden işe başladık.
Alifodez köyünü, Aybifan’ı, Arpalık’ı yerinde bulamadık.
"Alifodez ne oldu?" sorumuza, komşu köyün, Alifodezi ve Alifodezlileri tanıyan Rumların yanıtı, “Muhtar Aziz Efendi hayatta mı, Faiz ne yapıyor?” oldu.
Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın anılarının bir kısmının toplandığı “Karkot Deresi” adlı kitabından tanıdığımız ve oradan kaçan Kıbrıslı Türklerin anılarını barındıran Trodos dağlarının eteklerindeki Aybifan köyü de ortalarda yok…Çevre köylerdeki Rumlar’dan yok olan köyün nerelerde olduğunu, öğrenmeye çalışyoruz. Aldığımız yanıt oldukça ilginç ve düşündürücü:
"Orası Denktaş’ın köyüydü. Ne oldu biz de bilmiyoruz.”
Arpalık’ta Türk evleri yıkılmış..Köydeki tarihi kilise restore edilirken, tatbikat alanı olarak kullanılan köydeki caminin duvarlarının hedef tahtası görevini yaptığı, üzerindeki yüzlerce mermi izinden anlaşılıyor. Zamanında mezarlığın bulunduğu okalüptüs ağaçları yerinde ama mezarlıktan geriye kalan sadece birkaç kırık taş